Kan Grupları Kan Dolaşımı Hücreleri Uyuşmazlığı Kan Kanseri Nelerdir Özellikleri Ve Çeşitleri? Lösemi Nedir?

0
204

Kan Nedir? plazma adı verilen sıvıda süspansiyon halinde hücresel elementleri içeren doku. Damarların içini doldurur ve kal¬bin yardımıyla tüm vücudu dolaşır. Hücrelere oksijen ve besin maddelerini taşır, metabolizma sonucu oluşan zararlı artıkları toplar, hücrelerden uzaklaştırır vücuttan atılabilecekleri organlara götürür. Kanın görevleri şöyle özetlenebilir. 1. Oksijeni (O2) akciğerlerden dokulara taşır. Hücreler de oksijeni kandan alırlar ve enerji üretminde kullanırlar. Enerji üretimi sırasında hücre içinde karbondi¬oksit (C02) açığa çıkar. Açığa çıkan bu C02, hücre dışına atılır. Kan, karbondioksiti solunumla vücut dışına atılması için akciğerlere taşır. 2. Sindirim siste¬minde besinlerden emilen yağlar, amino-asitler, glikoz ve su, kanla dokulara taşı¬nır. Böylece hücreler için gerekli olan temel besin, enerji maddeleri ve su sağlanmış olur. 3. Kan, taşıdığı hormonlar, vitaminler ve inorganik maddeler aracılığıyla hücreler ve organlar arasındaki iletişimi ve düzeni sağlar. 4. Kan, çeşitli hücrelerin yardımıyla vücudu yabancı maddelerin, mikroorganizmaların ve toksinlerin etkisinden korur. Bu işlevi fagositoz ve vücutta su ve tuz dengesinin korunmasına yardım ederek tüm hücrelerin belirli bir gerginlik içinde görevlerini sürdürmelerini sağlar. 6. Biyokimyasal tepkimeler sonucu ortaya çıkan sıvıyı içine alır ve vücut yüzeyinden uzaklaşmasına yardım eder. Böylece vücut ısısını belirli sınırlar içinde sabit tutar. 7. Organizmada hücrelerdeki biyokimyasal etkinlikler sonucu ortaya çıkan asit ye bazları, tampon maddeleri (kanda bulunan bikarbonat, fosfat, protein ve hemoglobin) ile nötrolize eder ya da bu asit ve bazları akciğer ve böbreklere taşıyarak organizmedan uzaklaştırır. 8. Kan taşadığı pıhtılaşma faktörleriyle gerektiğinde pıhtı oluşturur ve kan kaybını önler.
Yetişkin bir insanda yaklaşık 5 litre kan vardır. Kan, kan hücreleri ve kanın , sıvı bölümü (plazma) olmak üzere başlı¬ca iki öğeden oluşur. Plazmanın yaklaşık % 90’ı su, % 10’u çeşitli organik ve inor¬ganik maddelerden oluşur. Fibrinojen, kanın pıhtılaşmasını sağlayan büyük mo¬leküllü bir proteindir. Fibrinojen çeşitli yollarla plazmadan uzaklaştırıldığında, serum denelin kan sıvısı elde edilir. Fibrinojen kanın yapışkanlığını sağlar. Al¬bumin ve globülin, kanın onkotik basıncını sağlarlar. Onkotik basmç yardımıyla akan, belli bir oranda su tutar. Yan yana duran iki dokunun hangisinde onkotik basınç fazlaysa, su orada birikir. Karaciğerde sentez edilen albümin kanın onkotik basıncını oluşturmada en büyük rolü oynar. Dolaşım sisteminde atardamarlar kılcal uçlarında kalbin itme gücüyle hidrostatik basınç.kan sıvısını ve içinde erimiş bisin maddelerini damar dışına iter. Hücreler bunlardan yararlanır. Proteinler damar dışına çıkmaz ve kılcal damarların toplardamar ucunda hücreler arasına sızmış olan sıvıyı geriye, damara çeker.

Albümin yeterli ölçüde değilse (yapım azlığı, hasta böbrekten kaybı sonucu) toplardamar ucunda sıvı kana dönemez, dokudaki su artışına bağlı olarak şişme “ödem” gelişir, ödem başka nedenlerle örneğin kalp yetersizliğinden de olabilir.
Kan Hücreleri. Görevleri bakımandan üç ayrı grupta incelenirler.
Birincisi “kırmızı kan hücreleri”dir (alyuvarlar-erit-rositler). Bu hücrelerin görevi, oksijeni akciğerlerden dokulara, karbondioksiti de dokulardan akciğerlere taşımaktır.
İkincisi akyuvarlardır (Iökositler). Bu hücreler vücudun mikroplara ve çeşitli zararlı maddelere karşı savunmasına katkıda bulunurlar.
Değişik görevi olan üçüncü grup kan hücreleri “trombosit-ler”dir. Trombositler, kanın pıhtılaşmasını sağlayan hücrelerdir.

Kan Dolaşımı İnsan organizmasındaki kanın dolaşımı. “Büyük kan dolaşımı” ve “küçük kan dolaşımı” olarak ikiye ayrılır.
Büyük kan dolaşımı .Sol karıncıktan baş¬lar. Sol karıncık kasılıp içindeki temiz kanı aortaya pompalar. Aorta ve ondan kaynaklanan pek çok yan ve uç dal, bu kanın dokular düzeyindeki kılcal damarlara ulaşmasını sağlar. Kılcal damarlar düzeyinde dokuyla temiz kan arasında madde alışverişi gerçekleştikten sonra, kan kılcalları terk edip toplardamarlara girer. Toplardamarlardaki kan halk arasında “pis kan” olarak bilinir. Vücuttaki tüm toplardamarlar, sonunda “Vena kava süperior” ya da “Vena kava inferior”a boşalırlar. Vücudun tüm toplardamar ka¬nının toplaan bu iki büyük toplardamar sonunda kalbin sağ kulaçık demlen odacığına açılır, böylece büyük kan dolaşamı tamamlanmış olur. Küçük kan dolaşımı .Kalbin sağ karıncık ventrikül denilen odacığıyla sol kulaçık denilen odacığı arasında gerçekleşir. Büyük dolaşımdan, vena kavalar yoluyla sağ kulakçığa taşınmış olan kan, sağ kulakçığın kasılmasıyla sağ kancığa pompalanır. Böylece pis kan sağ karıncığa girerek, küçük dolaşım sistemine katılmış olur. Sağ karıncık kasılarak içindeki pis kanı pulmoner delikten geçirerek, trunkus pulmonalise pompalar Trunkus pulmonalis, biraz yukarıda sağ ve sol akciğerlere giden iki dala ayrılır. Sağa giden dala “Sağ pulmoner arter”denir. Böylece sağ karıncıktaki pis kan, özellikle karbondioksit yönünden zenginleş¬mesi için akciğerlere ulaşmış olur. Akciğerlere gelen kan, buradaki hava keseciklerinin duvarlarındaki (alveol sptum-lan) kılcal damarlara yayılır. Bu düzeyde akciğer hava keseciklerindeki temiz havayla kılcalardaki kan arasında büyük bir hızla gaz alışverişi gerçekleşir. Kan karbondioksidini akciğer havasına verirken, ondan oksijeni alır. Böylece vücudun korbondioksitten zengin toplardamar kanı, akciğerlerde karbondioksitini azaltıp oksijenden zenginleşerek; atarda¬mar kanma, yani temiz kana dönüşmüş olur. Akciğerlerde atardamar kanı mimli¬ne gelmiş olan kan, daha sonra pulmoner venalar denilen dört toplardamarlar aracılığıyla kalbin sol kulakçık denilen odacığına taşınır. Böylece küçük dolaşım da son bulmuş olur. Sol kulakçık daha sonra kasılıp kendisine getirilmiş olan temiz kanı sol karıncığa pompalayarak, bu kanın büyük dolaşıma katılmasını sağlar.
Kan Grupları İnsan alyuvarları üzerinde bulunan gli-koprotein yapısındaki antijenler. Alyuvarlar üzerinde değişik tiplerde antijenler olmakla birlikte ilk bulunan ABO sistemidir. İlk kez 1900’de Landstanier tarafından bulundu. ABO sisteminde dört çeşit kan grubunun varlığı ve bunların Mendel Kurallan’na göre dölden döle geçtiği saptandı. ABO sisteminde gruplar şunlardır. A, B, AB, O grupları. Landstainer kimi insanların alyuvarları¬nın kimi insanların serimiyla karşılaştırıldığı zaman hücrelerden birinin ötekini çekerek kümeler oluşturduğunu (aglüti-nasyon) buldu. Bu kümeleşme, kırmızı kan hücrelerinin üzerindeki antijene kar¬şı serumun özel bir antikor içermesinden oluşur. A kan grubundan olan bir kişinin alyuvarlarında A antijeni kanın serum bölümünde ise anti B antikoru, B kan grubundan olan bir kişide alyuvarında B antijeni serumunda anti A antikoru, AB grubunda ise alyuvarlarında hem A hem de B antijeni bulunurken bu grubun serumunda ne A ne de B antikoru bulunmaz. Bu özellikleri nedeniyle AB grubuna genel alıcı kan grubu adı verilir ve ABO sistemindeki tüm gruplardan kan alabilir. Genel verici kan grubu olan O grubunun alyuvarlarında ne A ne de B antijeni bulunmaz, buna kanşılık serumunda anti A ve anti B antikorları bulunur. O’m genel verici olması içinde öteki gruplara gidecek yabancı madde yani antijen bulunmamasıdır. Fakat bu grup herkese kan verebildiği halde hem A hem de B antikoru içirdiği için başka gruplara kan veremez.
1940’ta Landsteiner ve Wiener Ma-carus, rhesus adı verilen maymunlarla yaptıkları çalışmalarla alyuvarların üzerinde bir başka kan grubunun maddesini saptadılar ve rhesus sözcüğünden dolayı bu gruba Rh adını verdiler. Eritrositlerinde rhesusdaki maddeden bulunan kişilere Rh-ı-, bulunmayanlara ise Rh- adı verildi. Rh kalıtımında da Rh+ genleri Rh- genlerine baskındır. Bir kişinin Rh+ olabilmesi için iki olasılık vardır. Birincisi anne ve babanın her ikisinden de Rh-ı- genlerinin gelmesi (Rh+ Rh+) ya da ebeveynlerden birinden Rh+, ötekinden Rh- geni gelmelidir. Bir kişinin Rh- ola-bilmesiyse hem anneden hem de baba¬dan Rh- geni almasına bağlıdır. İnsandan insana kan nakli sırasında Rh+ bir kişiye Rh+ kan grubu, Rh- bir kişiyeyse Rh- kan grubundan, kan nakledilebilir. Eğer çok gerekli bir koşul olursa Rh- bir kişi Rh+’ya kan verebilir. Rh sistemi insanlarda yalnızca kan nakli sırasında sorun olmamaktadır. Aynca eşler arası kan uyuşmazlığı nedeniyle bunların doğan çocuklarında doğuştan sanlık hastalığı oluşabilir. Bu durum kadının Rh- erkeğin Rh+ olması durumunda ortaya çıkabilir. Tersinde böyle bir tehlike söz konusu değildir. Günümüzde doğumdan hemen sonra uygulanan antikor tedavi¬siyle ikinci ve üçüncü çocukların ölü doğumları önlenebilmektedir.
Landsteiner ve Levine 1927’de de insanda MN kan grubu sisteminin varlığım ortaya koydular. İnsanlarda bu sistemde üç grup kana rastlanmıştır; bunlar M, N ve MN kan gruplarıdır. Fakat bu sistemdeki gruplar insanda antikor, oluşumunu uyarmazlâr ve onun için kân naklinde ve doğacak çocuklarda bir sorun yaratmazlar. Daha sonra yapılan çalışmalarla insanda bu üç sistemin dışında da kan gruplarına rastlandı. Bunlar P, Lutheran, Keli, Lewis, Duffy, Xg, Kidd, Diego ve Auberger sistemleridir.

Kan Kanseri (Lösemi) Kandaki akyuvarların sayısının çoğalmasıyla ortaya çıkan hastalık. Kan kanserleri başlıca dört grupta toplanırlar: Akut, kronik, kronik granülositer, kronik len-fositer.
Akut Kan Kanserleri. Kötü huylu (ha¬bis) ur hücresi özelliğindeki akyuvarları, kan yapıcı organlarda anormal ve denetimsiz bir biçimde çoğalmaları ve bu çoğalmanın hastalığın başlangıcından beri özellikle genç akyuvarları içermesi akut kan kanseri olarak adlandırılır. Anormal çoğalan hücrelerin tipine göre, başlıca dört çeşit akut kan kanseri vardır: Akut lenfoblastik kan kanseri, akut mieloblas-tik kan kanseri, akut monoblastik kan kanseri, akut stem-cell an kanseri. Anor¬mal çoğalan bu hücreler, kemik iliği, kan, sinir sistemi, böbrekler, deri, lenf bezleri gibi çeşitli doku ve organları sa-raralar. Tedavi edilemeyen kan kanserleri birkaç ay gibi kısa bir süre içinde ölümle sonuçlanır. Ölüm çoğunlukla, kısaca kan kanserli hücrelerde kanser hücresi özelliğindeki akyuvarların, kemik iliğini sarıp normal kan hücresi özelliğindeki akyuvarların, kemik iliğini sarıp normal kan hücrelerinin oluşu ve gelişimlerini engellemelerinden doğan komplikasyonlara bağlıdır. Akut lenfoblastik. kan kanserleri genellikle çocuklarda görülen bir kan kanseridir. Öteki kan kanserleri herhangi bir yaşta ortaya çıka¬bilirler.’
Nedenleri. Kan kanserlerini oluşturan kesin nedenler henüz bilinmemektedir. Radyoaktif ışınların birtakım kan kanserlerine etken olduğu saptanmıştır. Atom bombasının deneme ya da savaş amacıyla patlatıldığı bölgelerde, patlama sırasında ışma hedef olan kişilerde kan kanseri görülme sıklığı artmıştır. Benzolle çalışan işçilerde yüksek oranda kan kanserli aplastik kansızlık görülür. Bazı virüslerin ve özellikle bazı RNA virüsle¬rinin kan kanserine neden olabileceği düşünülmektedir. Down sendromunda (mongoloidlerde) akut kan kanseri gö¬rülme sıklığı genel oranda 20 kez daha fazladır.
Belirtileri. Akut kan kanserinde ortaya çıkan belirtiler başlıda üç grupta topla¬nır. Gelişen belirtiler, kan kanserli hücrelerin kemik iliğini sarıp normal kan hücrelerinin oluşumun engellemelerine bağlıdır. Üç grupla yakınmalar sırasıyla: a) Kansızlığa b) Akyuvar azlığma (löko-peni) ve tansiyon bozukluğu ve c) Trom-bosit azlığına (trombopeni) bağlıdır. Kansızlığa (alyuvar azlığı) bağlı belirti¬ler halsizlik, solukluk, çabuk yorulma, çarpıntı, sık soluma, yorgunlukla gelen nefes darlığı gibi belirtilerdir. Akyuvar¬ların kemik iliğinde yeterince üretileme¬mesi sonucu vücudun mikroplara karşı direnci ileri derecede bozulur ve bunun sonucu olarak da kan kanserli hastalarda sık sık yinelenen inatçı enfeksiyonlar ortaya çıkar. Hastalar bü enfeksiyonlar sı¬rasında ölebilirler.
Tedavisi. Değişik tedaviler uygulanır. En önemlisi kısaca VAMP adı verilen tedavi programıdır. Bu tedavi, hastanın kan tablosu düzelene kadar sürdürülür. Kan tablosu düzeldikten sonra, aynı te¬davi birer hafta aralıklarla onar günlük altı programla sürdürülür. Tedavi sıra¬sında haftada iki kez hastanın kanı sayı¬lır. Eğer akyuvarların blast denilen genç biçimleri kan dolaşamında yok edilirse, tedavi kesilir. Bu durumda hasta geçici olarak iyileşmiş demektir. Çok az olaş-larda tam iyileşme olur. Kan kanserlerin¬de destekleyici tedaviler de uygulanır. Bu tedaviler hastanın kan tablosundaki bozuklukların dışarıdan verilen kanla kısmen düzeltilmesini de içerir. Hastada¬ki trombosit yoğunlaştırılmış alyuvar ya da kan nakilleriyle düzeltme yoluna gidilir. Hastada gelişen enfeksiyonlara karşı etkili bir antibiyotik tedavisi uygulanır.

Kronik Kan Kanserleri.
Kan kanserli hücrelerin akut kan kanserlerine oranla olgun akyuvar hücrelerine doğru daha çok değiştiği kan kanseri tablolarına ve¬rilen addır. Bunlar kronik lenfositer kan kanseri ve kronik granülositer kan kan¬seridir. Kronik kan kanserlerinde hastanın yaşam süresi, akut kan kanserine oranla daha uzundur.
Kronik Granülositer Kan Kanseri.
Kanserli özellik kazanan kan hücreleri, akyuvarların gronülosit denilen hücrele¬ridir. Kronik granülositer kan kanseri yaşta -30-40 yaşları arasında daha sık gö¬rülür. Hastalık iki dönemde gelişimini tamamlar. Bunlardan birincisine kronik dönem, ikincisine de blastik dönem de¬nir. Kronik dönemde kan kanserli hücre¬ler olgun granülositlere doğru daha fazla değişirler. Oysa hastalığın ikinci dönemi olan blastik dönemde kan kanserli hücre¬ler, daha çok genç-blastik hücreler özel-liğindedir. Kronik dönemde oldukça de¬ğişen granülosit hücreler, anormal ve denetimsiz bir biçimde çoğalırlar. Bu ço¬ğalma gerek kanda gerekse kemik iliğin¬de görülebilir. Hastaların yarısında, gra-nülositlerin yanı sıra trombositlerin de aşırı ölçüde arttığı gözlenir. Ancak ke¬mik iliğindeki bu anormal kanserli hücre artışı, alyuvarların yeterince gelişmeleri¬ne ve çoğalmalarına engel olur. Bunun sonucu olarak da hastalarda anemi geli¬şir. Kan kanseri özelliğindeki granülosit hücreleri yalnız kemik iliğini değil, aynı zamanda dalak ve karaciğeri de kaplaya¬bilirler. Bu durum, hastalarda dalak ve karaciğer büyümesine neden olabilir. Hastalığın ikinci dönemi olan blastik dö¬nemde kan kanserli hücreler, akut kan kanserinde olduğu gibi gen-blastik hüc¬relerdir.
Belirtileri.
Hastalağın belirtileri ve has¬tayı kaybettiren gelişmeler akut kan kan¬serlerine benzer. Yani kemik iliğinin kan kanserli hücrelerin akımına uğraması so¬nucu ortaya çıkan anemi (alyuvar azlı¬ğı), anormal işlevi akyuvarların yeterin¬ce bağışıklık sağlamamaları sonucu ge¬lişen enfeksiyonlar ve trombosit azlığı¬nın neden olduğu belirti ve komplikas-yonlardan oluşur.
Tedavisi.
Hastalığın tedavisinde, Mile-ran (busulfan) adlı bir ilaçtan ya da da¬lak üzerine ışın tedavisinden yararlanılır, bunlardan başka birtakım ilaç tedavisi programlan da uygulanır.
Kronik Lenfositer Kan Kanseri.
Kan kanserli hücrelerin anormal ve aşırı bir biçimde çoğalrrialanyla kendini belli eden bir kan kanseri tipidir. İşlev olarak etkin olmayan ancak uzun süre yaşayabi¬len kan kanserli hücreler farklılaşarak olgun hücre görünümü kazanırlar. Hastalık daha çok 30-60 yaş arasında ortaya çıkar.
Belirtileri.
Hastalığın belirtileri, yukan-da sözü edilen tipteki kan kanserli hücrelerin kemik iliğini, dalağı, karaciğer ve lenf bezlerini sarmasından kaynaklanırar. Hastalarda dalak ve karaciğer büyü¬yebilir. Hastalann kanında kan kanserli özellikteki lenfositlerin varlığı saptana¬bilir. Hastalığın başlangıcında kandaki akyuvarların sayısında artış olabilir. Ancak ilerlemiş vakalarda anemi, trombosit azlığı (trombositopeni) ve akyuvar azlığı (lökopeni) saptanabilir. Kronik lenfosit¬ler kan kanserlerinin belirtileri ve hasta¬nın kaybedilme nedenleri, kemik iliğinin kan kanserli özellikteki lefositlerle kaplanması sonucu ortaya çıkan anemi, lökopeni, trombositopeniden kaynaklanır. Hastalığın tedavisinde, klorambusil kortizollü ilaçlar ve ışın tedavisinden yararlanılır.

Önceki MakaleKapitalizm Nedir? Hakkında Kısa Bilgi
Sonraki MakaleKpss 2011 Tercih Kılavuzu Rehberi

1 Yorum

harun için bir cevap yazın İptal

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz